BENDEN YAZAR OLMAZ


Oktay AKBAL’ın “Yazardan yazara ders” başlıklı yazısında,  Anton Çehovun Maksim Gorkiye  ders verir gibi yazdığı bir mektuptan alıntılar var. Çehov, mektubunda, uzun tasvirleri, sıfat ve zarfları kaldırmasını salık veriyor. Bunların okuyucuyu yorduğundan bahsediyor. “Adam çimene oturdu”, “güneş battı” diye yazmak yeterlidir, gerisini okuyucu hayal etsin, diyor benim anladığım.

Gorki de yanıt vermiş:

Dedikleriniz haklı, doğru! Bir türlü kaldırıp atamıyorum. Elimi tutan bayağı olmak korkusu!

Bu yazı yüreğime su serpti. Zira tembelliğimden ve üşengeçliğimden zaten uzun tasvirlerim, sıfatlarım ve zarflarım yok yazılarımda. Gorki gibi “bayağı olma” korkum da yok. Aziz Nesin için bir zamanlar bu yönde yapılmış eleştiriler de aklımda. Hatta Mina Urgan’ın “çok okunuyorum, bayağı mı yazıyorum acaba” korkusu bende yok. Okunayım yeter ki!

Beni umutsuzluğa sevk eden, gerçekten kurguya bir türlü geçemeyişim. Benim yazı maceram, eş-dostun “senin rakı muhabbetin iyi, yaz bunları” dolduruşundan kaynaklanıyor. Sofrada oturacak ve beni dinleyecek birilerini bulduğum sürece sorun yoktu. Fakat sofrada kimse kalmayınca bu sefer uzun telefon sohbetleri başladı. Ve her seferinde de “bunları yazmalısın” tavsiyeleri geldi.

Ne zaman ki artık evde, işte, sokakta, rakı sofrasında ve hatta telefonda anlatacak kimse kalmadı, o zaman “madem bu kadar ısrar var, yazayım bari” düşüncesiyle başladı yazı maceram. Doğal olarak da sadece ve sadece ben diye başlayan ve geçmişi anlatan yazılar.

Esasen benim akademik bir çalışmam, derin araştırmalarım olmadığından zaten bunlardan başka anlatabileceğim ve yazacağım şey yok.

Bir yerde okuduğum tavsiyeye göre de zaten herkes yazmaya böyle başlıyormuş. Daha sonra da gelsin kurgu, gelsin hayaller. O yüzden kendimi ve geçmişimi anlatmaktan ve basit yazmaktan gocunmadım hiçbir zaman. Madem herkes öyle başlamış, her şey yolunda demektir.

Evet, yazı maceram başlayalı tam üç yıl oldu. Dokuz yüze yakın yazı yazdım. Fakat hala kurgu ve hayale dair içimde uyanan bir şey yok.  “Ben” diye başlayan ve geçmişimi anlattığım romanıma başlasam da en son yaşadığım bir olay beni iyice umutsuzluğa sevk etti. Kendimi ve geçmişimi bunca yazmama rağmen etrafımda yazılacak şeylerin ardı arkası kesilmiyor ki kurgu ve hayale dayalı bir şeyler yazabileyim.

Efendim, Eski Datça’yı geziyoruz. Arabayı park ettikten sonra tesadüfen girdiğimiz bir sokağı sonuna kadar gitmemize karşın Can Yücel’in evine rastlayamadık. Sokak bitince “geldiğimiz yerden dönmeyelim başka sokakları da görelim” düşüncesiyle yan sokağa saptık. Biraz gittikten sonra da sokak bitti. Biz hala ne Can Yücel’in evini bulabildik ne de geldiğimiz yeri.

Kısacası öğlenin sıcağında, Eski Datça’da, çıkmaz bir sokağın çıkmayan bir yerindeyiz.(Kaybolduk demeye dilim varmıyor) Derken daracık sokakta bir araba ve onun acemi sayılabilecek bayan şoförünü görüyoruz. Umutla “Can Yücel’in evine nereden gidebiliriz” diye soruyoruz.

Yani Allahtan mimik diye bir şey var. Zira sorduğumuz kadın bir yabancı. Konuştuğu dilin ne olduğunu anlayamayacağımız kadar yabancı biri. Mimiklerinden “görmüyor musun şu daracık sokakta dönmeye çalışıyorum, bir de sizinle mi uğraşayım, gidin başımdan” dediğini şıp diye anladım. Bu arada küfür ettiyse bile ben her bilinmezi iyiye yorduğum için buna ihtimal vermedim.

Biz kan ter içinde yönümüzü bulmaya çalışırken bu sefer bir baba-oğula rastladık. Sevinçle sorumuzu tekrarladık.

Aldığımız yanıtın geçen seferden tek farkı, konuşan adamın İtalyan olabileceği hususundaki kuvvetli emare oldu. İtalyanca bilmesek de adam bizim kaybolduğumuzu anladı ve eliyle patika bir yolu işaret etti. O patika yol da bizi hem Can Yücel’in evine, hem Eski Datça’nın merkezine hem de soğuk bir limonata ile serinleyebileceğimiz Antik Bara çıkardı.

Şimdi, “Çölde Kutup Ayısına rastlamanın” fıkra olarak anlatıldığı bir zaman diliminde, kendi memleketinde kaybolup rastladığı ve yol sorabileceği iki kişinin de yabancı çıktığı ve birinin mimik tarifiyle yolunu bulabilen birinin etrafında anlatacağı olaylar biter mi ki kurguya geçebilsin?

Bu olaydan sonra iyice emin oldum ki benden yazar falan olmaz. Ben bin yazı daha yazsam etrafımdaki olan-bitenin, anılarımın sonu gelmez. Değil mi yazdıkça hayat bana yazacak yeni şeyler yaşatıyor, o halde ben asla kurguya geçemeyeceğim demektir.

En iyisi mi ben, basit şeyler yaşayan, bunları önemliymiş gibi anlatan, anlatacak kimsesi kalmadığı için de bunları yazıya döken bir fani olarak göçüp gideyim bu dünyadan. Yazarlık da kurgu ve hayallerini yazabilenlerin olsun!

 MERAKLISINA:

1 yorum:

tunakahve dedi ki...

Sevgili arkadaşım niye kendine ve anı ,biyografi,deneme v.s. türde yazan yazarlara haksızlık ediyorsun .Bence sen yazmayı seviyorsun ve kendine özgün kitleye sahip okunan bir yazarsın .Fakat amacın nobel ödülü almaksa o zaman okuyucuların eleştirmenler,yayın kurulu ve pazarlama şirketinin belirleyeceği okuyucu kitlen olur ona göre yazmaya başlarsın ..ve eminim de yazarsın ve okuycu kitlen büyür ,değişir ...
sen yazmaya devam et ,bizde yazdıklarını okumaya