GÖBEĞİM KADERİMDİR!

İstanbul ziyaretimde kimseye uğramamayı düşünürken facebooktan yayınladığım bir fotoğraf yüzünden kendimi ele verince hafta sonu Teyze oğlu Zeki ile buluştuk. Hemen:
-Abi, ev işkembe kokuyor, biraz sahilde dolanalım sonra gidelim, dedi.
Eh gelinimiz Zuhal şimdiye kadar içtiğim en güzel işkembe çorbasını yaparsa ben de çok seversem olacağı bu. Kebap kokan İstanbul’u ben de işkembe kokusuyla donatmışım ne olacak?
Düşündüm de, beni görenin aklına nedense yemek geliyor. Annem çok güzel yemek yapardı, eşim de öyle. İlaveten üç ablam, yeni kuşaktan iki kız yeğenim de.(Üçüncüsü Paris, Barselona ve Viyana’dan gelebilirse o da yapacak inşallah)
Geçen gün küçük ablamın torunu 9 yaşındaki Melisa’nın “dayı, anane siz oturun bütün işleri ben yapacağım” dediğine bakılırsa o da aynı yoldan gidecek.
Peki, ya yeğenimin kız arkadaşının üniversitede gastronomi okumasına ne demeli?
Bu kadar mı? Tabi ki hayır.
Kayınvalidemi her ziyaretimde komşusu Semiha Abla, “Erkan sever” diye bir tabak kızartma getirmiş olur.
Ya da yeğenimin kızının doğum gününde tam kalkacağım sırada kayınvalidesinin “Erkan Bey nereye, size şevketi bostan yapmıştım, yemeden asla bırakmam” der.
Baldızımın dünürü Zuhal Hanım da mutlaka sevdiğim tatlıyı yapmış olur ziyaretlerimde.
Kimsenin yüzüne bakmadığı pırasayı Saniye yapsın da yemeyin bakalım.
Koskoca üniversite profesörü Sacide Abla da yaptığı kabak tatlısı ile yer etmiştir kafamda. Fotoğrafını paylaştığım zaman bana takılır:
-Hayırdır Erkan, benim kabak tatlısı yine çıkmış meydana?
Peki, kitapla turşunun ne alakası var? Çok yakın alakası vardır benim nezdimde. Benim gibi kitap düşkünü olan komşum Hasan, aldığı kitapları iade ederken daima yanında bir tabak da turşu getirir.
Eh, turşu da yalnız yenilmez malumunuz. Onu da yengesi Havva getirir.
Bu Havva ve eşi Muammer bir alem zaten. Bunlar arada memlekete giderler. Döndüklerinde eşya boşaltmaları bir hayli zamanlarını alır. Köyü getirirler adeta. Fakat bilirim ki o Doblonun bagajının bir kısmı da bize getirdikleri ile doludur. Sonra karı-koca bize gelirler elleri kolları dolu olarak.
Akrabalara ilave olarak arkadaşlarım ve onların eşleri de yemek konusunda çok mahirdirler. Arkadaşlarımın lokanta açanları da mevcuttur.
Peki, ATM ve yemek arasındaki ilişki nasıldır? O da şöyle oluyor efendim; bir bankanın ATM’lerinden sorumlu bir müdür arkadaşım var. Sorumluluk sahasındaki ATM’lere para götüren personeline tembih etmiş, “güzel yemek yapan lokantaları keşfedin” diye. Onlar da müdürlerine rapor ediyorlar güzel yemek yapan lokantaları. Sonra da arkadaşımla ziyarete başlıyoruz yeni lezzet duraklarını. İşyerimin yakınındaki köfteciyi ve işkembeli nohudu da bu sayede öğrendim.
Akraba ve arkadaşlar böyle. Yıllardır göreve gittiğim yerlerdeki yemek maceralarımı anlatmaya kalksam bir ansiklopedi olur kanaatindeyim. Şu kadarını söyleyeyim ki bu satırları akşam Sevim’le Turgut’un götürdükleri yerde yediğim yemekler midemde iken yazıyorum.
Evet, sevgili dostlar, ben yıllardır fotoğraf çekip yazı yazarak “fiziğimle değil sanatımla anılmak” istesem de etrafımdaki insanlar aksini düşünüyor olmalı ki beni gören mutfağa koşuyor.
Düşünüyorum da, altı yıl yatılı okulda karavana, dört yıl öğrenci evi yemekleri ve bekarlığımda da Basmane lokantalarında yemesem herhalde şu an en az 250 kilo olurdum.
Sonra eski fotoğraflarıma baktım, eskiden de göbekliydim şimdi de öyle. Göbeğim kaderim olmuş bir yerde.

Ne yapayım, kaderimse çekerim!

Hiç yorum yok: