ERKAN'IN YERİ'NE HOŞ GELDİNİZ! 
                               
Yıllardır yazmış olduğum, bir kısmı değişik yerlerde yayınlanmış, deneme, hikaye türü yazılarımla çekmiş olduğum fotoğraflarımı ve yaptığım röportajları yayınlıyorum.
Eleştirilerinizi bekliyorum. 

R.Erkan SEZGİN

İLETİŞİM: rerkansezgin@hotmail.com

NÜKLEER SAVAŞA KURBAN YETİŞTİRMEK!

Bu yaz olimpiyatlardan sonra, Duvar Gazetesinde, Kürtlerin neden olimpiyatlarda olmadığına hayıflanan bir yazı okudum. “yedi düvelden, yüzlerce çeşit insan olimpiyatlarda yer alırken, neden kırk milyon nüfusa sahip çeşitli ülkelerde dağınık bulunan Kürtler olimpiyatlarda yer almıyor, diye sorulduktan sonra, 2028 Olimpiyatları için inşallah Bu sefer katılacaklar deniliyordu.

Yani, bir ezik ulusun isyanını belirten bir yazı olarak algılasamda, 2028 için randevu verilmesi tuhafıma gitmişti.

Zira ortada birşey yoktu henüz.Sadece Gazze ve Ukrayna’da uzun zamandır devam eden çatışmalar vardı ve bu da Kürtleri olimpiyatlara hazırlamaya yetmezdi.

Derken İsrail-Hizbullah çatışması başladı. Tam bitti, ateşkes ilan edildi derken ertesi günü HTŞ saldırıya geçti ve 12 günde Şam’a girdiler ve Esad da Rusya’ya kaçtı.

Ardından 2015 Yılından beri oluşturulan Özerk Kürt Yönetimi ete kemiğe büründü ve ABD korumasında Suriye’nin su ve petrol kaynaklarını kontrol eden bir güce dönüştü.

Yıllar önce, denize çıkışı olmaması nedeniyle yaşayabilmesi için Libya kadar petrole ihtiyacı olan bir Kürt Devletinden bahsediliyordu. Şimdilik o kadar olmasa da Kuzey Irak Kürt Yönetimine Kerkük ilave edilerek Libya kadar petrole kavuşması içten bile değil yeni devletin.

Bölge ülkeleri buna izin vermez diyenlere “bir uçuşa yasak bölge” kararına bakar bu iş derim.Ayrıca  Irak’ta Özerk Kürt Yönetimin oluşmasını önlemeye çalışan Saddam’ı zapteden Çekiç Gücün İncirlik’te konuşlandığını da hatırlatmak isterim. 

Suriye’de de hükümet güçlerinin 2011’de Kuzey Suriye’yi terk etmesine neden olan saldırıları yapanlar “Kürt Devletine izin vermeyeceği” öngörülen ülkelerin topraklarından geldiler ve desteklendiler. Şimdi hangi yüzle karşı çıkacaklar.

Kısacası, birkaç ay önce okuduğum ve hiçbir mana veremediğim yazıdaki fikirler birkaç ayda ete kemiğe büründü bu gidişle 2028 Olimpiyatlarına yetişecek. 

Düşünüyorum da olacakları çok önceden söyleyenler var. Kulak verenler için geleceği fısıldayanlar var.


-İthal sigaralar serbest bırakıldığında Türk Tütününün biteceğini söyleyenler haklı çıkanlar çok oldu.


-Çekiç gücün Irak’ı böleceğini söyleyenler de öyle.


-ABD’nin Suriye’yi böleceğini de.


-Kürtlerin 2028 Olimpiyatlarına katılacağını da.


Daha ötesini söylemeye dilim varmıyor. Hem yasak olduğundan hem de gerçekleşmesinden korktuğumdan.


Hele bir de fakültedeki entel kızların bir fikri var ki değil söylemeye düşünmeye bile korkuyorum; biz evlenmeyeceğiz ve çocuk da yapmayacağız, Nükleer savaşa kurban yetiştirmemek için.


FAKÜLTENİN İSİMSİZ ÇOCUĞU

Telafi sınavları ile birlikte, yaklaşık 300 sınava girmişiz 4 senede. Öyle ki, alt sınıftaki derslerim nedeniyle bazen günde 3 sınava girdiğim zamanlar da oldu. Ben sınava girmekten bıktım ancak bir arkadaşımız tam 300 kere “istediğimiz sorudan başlayabiliyor muyuz?” diye sormaktan bıkmadı.

Sınıf kalabalık olduğundan ve de bu özelliği dışında ilgimi çekmediğinden bu arkadaşın adını öğrenmedim 4 yıl boyunca. Galiba, kimsenin ilgisini çekemediğinden sürekli aynı soruyla sınıfın zihninde yer eden bu çocuk, kimse adını öğrenemeden mezun oldu gitti.

Ve yine kimse adını bilmediğinden mezuniyet buluşmalarına da çağrılmadı.

Kim mi bu çocuk?

Hani, sosyal medya okul sayfalarında, yayınlanan toplu fotoğrafların altında; "sağdan ikinci Haluk, onun yanındakinin adını bilen var mı arkadaşlar?" diye tarif edilen çocuk.

BU YAŞTA BABA OLDUM YİNE



Yaklaşık 30 yıl müfettiş bey, sayın başmüfettişim, başkanım, sayın müessese müdürüm şeklinde hitaplara maruz kaldıktan sonra emekli olduğumdan beri genelde amca, dayı şeklinde hitap ediliyor bana.

İnsana "annemin kardeşi, babamın kardeşi" denmesi, gayet hoş bir şey.

Fakat bugün hesap öderken, garson patronuna "babanın nesi vardı" diye sordu. O da "orada yazılı" dedi.
Baktım adisyonun isim kısmında "baba" yazıyor.

Bugün aceleye geldi, yarın sorayım bakayım: Yeni çocuklarım askerliğini yapmış mı, evlenmişler mi, torunlarım da var mı?

Yeni sorumluluklar arifesindeyim😀

TEMBELLİĞİ TÜKETMEK!

Geçen yıl aldığım 93 cd evire çevire dinlendi, azami zevk alındı, melodiler zihne nakşedildi ve sonunda anılardaki yerini aldı. Arada bazen dinlense de ya bir şeyleri hatırlamak ya da bir dosta tavsiye etmek için olacak. Daha önce Nuray'ın verdiği 110 cd ve daha öncekilerin olduğu gibi bunlar da aynı akıbete uğradı.

Kısacası, hızlı tüketme huyum var benim. Her yeniye büyük bir açlıkla saldırıyorum, bıkana kadar onunla oluyorum ve sonra bıkıyorum; yediğim yemekler, yaşadığım/gezdiğim şehirler, gezmek, yüzmek, sıcak, soğuk, kar, yağmur vs.

Tam beş yıl önce emekli oldum. Yeni bir şehri, yeni bir arabayı ve yeni bir evi tüketmeye harcanan kısıtlı bir zaman dışında hemen hemen hiçbir şey yapmadım. Bir şeyi yapmaya/yapmamaya mecbur olmamanın tadını çıkardım, diyelim.

Fakat bu sabah fark ettim ki ben artık tembelliği de tüketmişim. Doğduğumdan beri, eğitim ve iş hayatımda bile devam beraberliğimiz, ona en ihtiyaç duyduğum zamanda sona eriyor.

Evet, tembelliği tükettim, bakalım sırada ne var? 







CEM UZAN’IN İZİNDEYİZ!


-Kendim hapiste, fikirlerim iktidarda!

Bu dramatik söz Alpaslan TÜRKEŞ’e ait. Bugünlerde ise aynı dram Cem UZAN için geçerli. Kendisi Paris’te, fikirleri meydanlarda. Miting meydanlarına soktuğu döner tezgahları ve tavuklu pilav ikramları bir çok partinin mitinglerinin vazgeçilmezi.

Efendim, geçen gün her gün oturduğum çay ocağının karşısındaki düğün salonunda bir partinin aday tanıtım toplantısı var. Ancak toplantı öncesi salonun önünde bir telaş var.

Katılımcılar, dağıtılan tavuklu pilav ve ayran kapma telaşında. Alanlar bir köşede aldıklarını yeme çabası içinde. Ancak bir elde plastik tabak diğer elde plastik kaşık. Ayrana el kalmamış durumda.

Çay ocağında yer bulabilenler için sıkıntı yok. Bir masada da çocuklar ve babaları konuşlanmış durumda. Orada da çocukların kafası karışık:

-Baba, bunları neden bedava dağıtıyorlar?

-Onlara oy verelim diye.

-Ya başkası da döner-ayran dağıtırsa?

-…

Derken plastik tabak, kaşık, ayran boşları ve pirinç tanelerini sokağa saçan kalabalık salona giriyor ve  konuşmalar başlıyor:

-Çağdaş aday, demokrat aday, halkçı aday(Bravoooo)

-Katılımcı yönetim(Varoolll)

Arada karşılıksız çek sanığı şarkıcıdan İzmir Marşı.(Ehhh)

Ardından gür bir sesle:

-Atatürk’üüüünnnn izindeyiiiizzzzz!

İşte bak orada dur; “Cem Uzan’ın izindeyiz" de, canımı ye!

ŞEFFAFLIK EZİYETİ


Bazı kamu görevlileri, “bilgi ve görgülerini artırmak” amacıyla yurt dışına gönderilirler. Genelde de Avrupa ülkeleri ve Kuzey Amerika’ya.

Zira bu görevliler bir eksiği tamamlamaya gittiklerinden, arananı bulamayacakları Arap ülkeleri ve Afrika’ya gönderilmezdi doğal olarak.

Bizim 5 Arkadaş çıktığımız Balkan Turu da bu kapsamda bir nevi “veri toplama” faaliyetiydi bizim için. Bilgimiz ve görgümüzü artırmış, örnek alınabilecek birçok gözlemle dönmüştük seyahatten.(Kamu görevlilerinden farkımız, bunu emekli olduktan sonra kendi paramızla yapıyor olmamızdı)

Evet, gezimiz sırasında birçok güzelliğe ve medeniyete tanık olsak da onlarda gördüğümüz eksiklikler de oldu tabi ki. Bunlardan en önemlileri taharet musluğu ve aşırı şeffaflık oldu.

Efendim, Belgrad’dayız. Otelimizde bize ayrılmış 3 odaya 2+2+1 şeklinde yerleşmiş durumdayız. Oda arkadaşım, girer girmez “ben çok sıkıştım” diyerek banyoya daldığı için ben de Wi-fi şifresini girip yer bildirimi yapmakla meşgulüm.

İşim bittikten sonra kafamı bir kaldırdım ki arkadaşımı klozete tünemiş hacet gidermekle meşgul gördüm. Odanın köşesindeki banyonun bir tarafında duvar ve kapı bulunurken diğer tarafı tamamen cam ve her şey meydanda.

Bir an arkadaşla göz göze geldik ve ikimiz birden “laynnn” diye haykırdık. Arkadaşım davranmaya çalışsa da ben “sen işini bitir, ben dışarıdayım” diyerek arkadaşın işi bitene dek koridorda bekledim.

Otele yerleşmiş, ödemeyi yapmışız ve de görevli “sabah anahtarları resepsiyona bırakıp çıkabilirsiniz” diyerek ortadan kaybolmuş ve bize yapılacak bir şey de (ayrı oda, başka otel vs.)kalmamış.

Gece, tuvaleti “erkek olmanın avantajı ile” kullandığımız için sorun olmadı ancak sabah benim büyük aptes ve duş saatim geldi çattı.

Önce arkadaşın uyanmasını bekledim ki uyku sersemi gözü bir yerlere kaymasın. Sonra arkadaşa (camın yanındaki yatakta yattığı için) camdan dışarıya bakmasını ve asla kafasını çevirmemesini sıkı sıkı tembihleyerek banyoya girdim. Bütün faaliyetlerim sırasında gözümü de üzerinden ayırmadım. O da yarım saat kımıldamadan durdu.

İşimi bitirdikten sonra dışarıya çıktım ve o da benden sonra duşunu aldı. Bu arada güzelim Belgrad şehri de  “şeffaf banyo eziyeti” ile aklımıza yerleşti.

Taharet musluğunun eksikliği kesin olmakla birlikte şeffaf banyo ile ilgili olumlu şeyler de düşünmeye çalıştım. Belki biz iki erkek kaldığımız için eziyet olmuştu. Belki çiftler için balayı, romantizm ve fantezi gibi avantajları olabilirdi şeffaf banyonun.

Yok, yine de ikna olmadım; kim sevdiğini sıçarken görmek ister ki?

KAHVE KANSER YAPAR MI?

Geçen gün seyrettiğim videolardan birinde ilginç bir bilgiye rastladım. Videoda bir Tıp Profesörü, araştırmaların uzun yıllar kahvenin kanser yaptığı yönünde çıktığını, fakat araştırma derinleştirilince kanser yapanın kahve değil yanında içilen sigara olduğunun anlaşıldığını söyledi.

Sigara firmalarının çok uzun bir süre sigaranın kansere neden olduğuna dar araştırmaları sabote ettiğini biliyordum ancak kabahati kahveye attıklarını yeni öğrendim.

Ne diyelim? Kötü niyetli bilim insanı yoktur, kapitalizm vardır!

AÇIK OTURUM MU ÜNİVERSİTE REKLAMI MI?

Eskiden, bazı konularda konunun uzmanı olarak Türkiye’nin en iyi üniversitelerinin hocaları çıkardı ekrana.

Şimdi ise, her konuda, özel üniversitelerin aynı hocaları çıkıyor. Sanıyorum üniversitelerin gizlice reklamı olsun diye.

Fakat demin baktım, özel üniversitelerin kontenjanları, devlet üniversitelerinin iki katı oranında boş kalmış.

Sanırım reklam ters tepmiş:

-Çocuğumu her konuda ahkam kesen bu yalaka hocalara üstelik para verip okutacağıma evde oturturum daha iyi, demiş veli.

SANA MİNNETTARIM ALİ ŞEN!

Çocukluğumuzda Cemil Turan sayesinde Fenerbahçeli oldum ancak nasıl her şey çocuklukta kaldıysa benim de Fenerli mutlu günlerim de çocuklukta kaldı. Cimbomlularla girdiğim iddiaları kaybedip yemek ısmarlamalar mı dersin sürekli hayal kırıklıkları mı dersin zor yıllardı.


Arada para gücüyle oluşturulan toplama takımlarla kazanılan şampiyonluklar da cimbomun Avrupa başarılarının gölgesinde kaldı.


Hepsine katlandım da Ali Şen’in ukala, kavgacı ve üstten bakan tavrına katlanamayarak feneri bıraktım. Hatta futbolla izleyici olarak bağımı da tamamen kestim.(Başka bağım da yoktu zaten)


Şimdi bakıyorum da duruma, kırk yıl düşünsem Ali Şen’e teşekkür edeceğim aklıma gelmezdi!