Şöyle bir etrafınıza dikkatli bakarsanız insanların ikiye ayrıldığını
görürsünüz: sırtında hayatın yükünü taşıyanlar ve adeta bir filin üzerindeki
tahtta oturup birinin sırtında dolaşanlar.
Hayatın yükünü taşıyanlar da çeşitlidir: bir yarış atı gibi yükü hafif
olduğu için sırtındaki yüke rağmen hızlı koşabilenler olduğu gibi ensesinde
insan taşıyan bir fil gibi yükü hafif ve hızlı koşması gerekmeyenler.
Bir de ormanda tomruk çekmek zorunda kalan filler, sırtında kilolarca
yük taşımak zorunda kalan eşekler ve yüklü araba çekmek zorunda kalan atlar gibi
insanlar vardır ki yazımızın konusu da onlardır.
Hayır, konumuz çalışıp evine ekmek götürenler, yaşlı ana-babasına
bakanlar, özürlü yakınları için fedakarlık yapanlar değil. Onlar hayatın
kendilerine yüklediği yükü severek taşırlar.
Yıllar önce bir PKK’lının “yıllarca sırtımda onca yükle dağlarda
dolaşmak bana zor gelmedi ancak ne zaman inancım zayıfladı o zaman bir tüfeği
taşımak bile zor geldi” açıklaması hala aklımdadır.
Evet, bazı durumlarda sırtında yük taşımak zor değildir ve insan
severek taşır. Bazı durumlarda ise bir kibrit çöpü bile size ağır gelir:
çalışmayan sorumsuz bir koca, yaşlı ana-babasının yükünü sorumsuz kardeşleri
yüzünden tek başına taşımak zorunda kalanlar hatta bu uğurda evlenemeyen ve
evliliği yıkılanlar ve de çocuğu hayatın yükünü taşımaya yanaşmadığı için ileri
yaşına rağmen çalışmak zorunda kalanlar.
Peki ama ne zamana kadar?
Ey, hayatın yükünü taşımayıp yükü birinin üzerine yıkanlar, ey bir
filin ensesindeki tahtta keyif sürenler, saltanatınız ilelebet devam etmeyecek
bilesiniz. Siz bincisini sırtından atan bir at duydunuz mu hiç?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder