Sanıyorum herkes ister;
ölümünden sonra neler olmuş, kim ne yapmış bilmek. Fakat ölenler görebiliyor
mu, görüyorlarsa da ne diyorlar bilemiyoruz. Kimimiz de asla ölenlerin
göremeyeceğinden emin gibi davranıyoruz. Bazı tesadüfler sonucu insan ölmeden
ölümden sonrasını görüyor veya dinleyebiliyor.
Bir otobüs kazasından
yara almadan kurtulan ve bulabildiği bir başka araçla güç bela evine dönen bir
arkadaşım, adı ölenler arasında radyodan yayınlandığı için memleketine vardığında
salasını dinlemiş. Evlerinin önünde toplanan kalabalıktan öğrenmiş öldüğünü.
Bir başka arkadaşım ise sadece ölümünden
sonrasını dinleyebildi benden, öğrencilik yıllarımızda.
Evet, yine eski bir
zaman. Yine yoklar zamanı. Cep telefonu, internet ve de otomatik telefon yok.
Okulda ara yıl sınavları bitmiş, ikinci dönem başlangıcında toplanmak üzere
dağılmışız. İkinci dönem başlamış, herkes dönmüş ama ev arkadaşım hala ortada
yok.
Ulaşım olanakları,
iletişim şartları gereği birkaç günlük gecikmeler normal. Hatta kaç güne kadar
gecikme normal o bile belli değil. Ta ki radyodan o haberi duyana kadar:
-… yolunda meydana gelen trafik kazasında bir kamyonla
otobüs çarpıştı. Kazada …hayatını kaybetti.
Şimdi, geciken
arkadaşın babası kamyon şoförüydü ve arkadaşımız tatillerde babasıyla sefere
çıkıyordu. Kazanın olduğu yer de
memleketine çok yakın bir yerdi. O nedenle içime bir kurt düştü.
Ya ölen oysa?
Sabahı zor ettim.
Baktım hala gelen-giden yok ki gelse sabah gelirdi çaresiz kahveye gittim. İnsanın içi sıkıldığı zaman paylaşmak
istiyor. Fakat ölüm gibi sıkıntılar yayılma eğilimi gösterdiğinden dinleyene de
sıkıntı basıyor. O da paylaşmak istiyor ve böylece kısa zamanda sıkıntı
yayılıyor ve panik halini alıyor.
Biz böyle birbirimize
sıkıntı vere vere kendimizi şehrin büyük postanesinde bulduk. Ev telefonlarını
yazdırdık. Bu sefer de ne diyeceğimizin telaşına düştük.
-Amca, oğlun öldü mü,
diye sorulabilir mi?
Ya o değilse ve yeni
yola çıkmışsa bu sefer onlar da telaşa kapılmaz mıydı?
Sonunda telefon çıktı ancak
ses gelmiyor. Bu sefer aradaki görevliler yardımcı olmayı teklif ettiler.
Ben
sordum:
-Ahmet ne zaman gelecek
okula?
Bir süre sonra aradaki
görevli:
-Pazar günü yola
çıkıyormuş!
Oh, demek ölmemiş demek
o değil.
Hikaye kısaca böyle.
Fakat olayla ilgili aklımda kalan bir şey var. Bir de yazarken farkına vardığım
şey. Önce şimdi fark ettiğim şeyi söyleyeyim. Arkadaşın ölümü duyulunca çok
farklı tavırlarla karşılaştım. Ama farklı derken ileriki yaşlardaki gibi farklı
değil. Örneğin, “nefret edeni yoktu” cümlesini kurmak abes. Zira o yaşta zaten
insan daha kötülüğü öğrenmemiş, meslekte yaşamda ilerleme hırsı yok. Kime ne
yapsın da nefret edilsin ki?
Aklımda kalan genelde
arkadaşların içten, iyimser ve çok kısa tepkileri:
-Yok canım!
-O değildir!
-Emin misin?
En ilginç ve en
beklenmedik tepki ise arkadaşımın bir türlü yıldızının barışmadığı kız
arkadaşının ev arkadaşının tepkisi oldu:
-Olamaz, tanrım biri
bana bunun rüya olduğunu söylesin. Olamaz, olamaz!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder