Geçen gün ekranda ülkemizin son otuz yılına damgasını vurmuş bir genel
yayın yönetmeni bir programda konuktu. “Kaybedenlerin sesi” olarak
haykırıyordu: “öldürün o zaman beni” diye.
Kısacası, iktidarı eleştirdiğini, yönetenlerle farklı görüş ve yaşam
tarzına sahip olduğunu söylüyordu. Bunun dışında, ısrarla söylediği şey,
geçmişe takılıp kalmamak gerektiğiydi. Geçmiş geçmişte kaldı, diyordu.
Laf döndü dolaştı Ahmet Kaya’ya geldi. “Ahmet Kaya, kalpten öldü, onu
biz öldürmedik” dedi.
Doğru, Ahmet Kaya kalp krizinden ölmüştü. Ancak seyrettiğim bir
belgeselde eşi, Ahmet Kaya’nın gurbete alışamadığını ve uğradığı haksızlıkları
kabullenemediğini söylemişti.
Aklıma genç yaşta kaybettiğim meslektaşlarım geldi. Bundan önce
çalıştığım kurumda, ilk yıllarda meslektaşlarımın ölüm yaşı genelde 70-80 arası
iken son yıllarda kalp krizi ve kanser nedeniyle çok sayıda meslektaşımızı
kaybettik.
Evet, insanlar kalp krizi ve kanserden ölebilirler ancak kaybettiğimiz
arkadaşların birçoğunun kötü beslenme, içki ve sigara gibi bilinen kanser ve
kalp krizi nedenleriyle ilgileri yoktu. Geriye kalıyor stres. Zira eski
kurumumda son yıllarda öyle şeyler yaşadık ki, meslektaşlarımızın genç yaşta
kanser ve kalp krizi nedeniyle kaybı bizler için sürpriz değildi.
Geçenlerde bir arkadaşımın kalp krizi geçirdiğini öğrendiğimde çok
üzüldüm. Kriz öncesi yaşadığını öğrendiğim stresi duyunca ise ürperdim. Zira
yaşadığı streste istemeden de olsa benim de payım vardı. O an bundan sonra
kimseye olumsuz bir şey yaşatmamaya, stresine katkıda bulunmamaya karar verdim.
Şimdi, genç yaşta kaybettiğimiz meslektaşların yaşadıkları stresi
yaratan idarecilerimizin veya Ahmet Kaya’ya yapılan linçin ölüm nedenleri olan
hastalıklara katkısı olmadığını söylemek mümkün mü?
Yok, öyle “Geçmişi unutalım, Ahmet Kaya kalp krizinden öldü” diye işin
içinden sıyrılmak.
Hesabı ödemeden nereye?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder