Gittiğim fotoğrafçılık
kursunda, “kimsenin izni olmadan fotoğrafını çekmeyin” diye öğretmişlerdi. Bunu
başka insanlara ait nesneler olarak genişletmek de mümkün. Nitekim geçen haberlerde,
bir eski ev sahibi düğün fotoğrafçılarına bağırıyordu:
-Benim evimin
fotoğrafını çekerek para kazanamazsınız. Ben o kadar masraf yaptım. Bedelini
ödeyin!
Mümkün olduğunca bu
kurala uymaya çalışsak da bazen olanaksızlıklar ve daha çok içimizdeki “çekme
arzusu” bizi izin alınmamış fotoğraflar çekmeye de itti maalesef.
Peki, ya yazılarımız?
Öykülerini
anlattığımız insanların iznini aldık mı/alabildik mi yazarken? Ya da bu mümkün
mü? Hikayelerini anlattıklarımızdan ölenler de var ayrı düşüp asla
ulaşamayacaklarımız da.
Ne yapacağız bu
durumda? Hikayelerimizin belli kişileri açıkça tarif etmemesi bizi kurtaracak
mı?
İşte bu sorgulamaları
yaparken, buna kafa yoran başkalarının da olduğu çıktı bir kitabın sayfaları
arasında:
“NW-Yaratma sürecini, doğası gereği
hırsızlıktan farksız bir eylem olarak görüyorum. Güzel bir yazının altını şöyle
bir kazın, bir sürü rezillik, şerefsizlik bulursunuz. Yaratmak demek,
başkalarının yaşamlarını vahşice yağmalamak, onları bihaber, zoraki
katılımcılara dönüştürmek demektir.
Onların arzularını,
hayallerini çalıyor, kusurlarını, acılarını cebe indiriyorsunuz. Size ait
olmayan bir şeyi alıyorsunuz. Ve bunu bilerek, gayet bilinçli yapıyorsunuz.
EB: Siz bunda çok
iyiydiniz, öyle mi?
NW: Ben bunu sanata
ilişkin öyle yüksek, yüce bir kavram adına değil, başka seçeneğim olmadığı için
yaptım.İçimden gelen itici güç karşı konulamayacak kadar kuvvetliydi. O güce
teslim olmasaydım aklımı yitirebilirdim.Gurur duyup duymadığımı sordunuz.
Ahlaken sorgulanabilir yöntemlerle elde edilmiş bir şeyle böbürlenmekte
zorlanıyorum. Kararı, bu ata bahis oynayıp oynamamayı başkalarına bırakıyorum.”
Khaled Hosseini'nin "Ve
dağlar yankılandı" kitabınının 209.sayfasındaki bu paragraf, bana
Sezen Aksu’nun bir şarkısını hatırlattı: “Masum değiliz hiçbirimiz”.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder