Kütüphaneye gitme alışkanlığım eskidir. Özellikle yatılı
okuldaki çarşı izinlerimde, iki ansiklopediyi baştan sona okuduğum gibi
milliyet çocuk serisi, Kemalettin Tuğcu kitapları gibi birçok kitabı gittiğim ilçe kütüphanesinde okudum
Ne zaman ki istediğim kitabı alacak kadar para kazanmaya
başladım, bir daha da kütüphaneye uğramadım. Ta emekli oluncaya kadar.
Bgün yaşadığım yerdeki iki kitapçıda da aradığım kitabı
bulamayınca, kütüphaneden yararlanmaya karar verdim. Üye olmak gerekiyormuş.
Elimde nüfus cüzdanımla kütüphaneye vardım. Kulağında kulaklık,
gözü ekranda olan bir hanım görevli isteksizce kulaklığını çıkardı. Önünde bir
koltuk bulunmasına karşın beni buyur etmeden kaydımı yaptı. Bu süreyi ayakta, “kaymakamın
karşısında elinde kasketle bekleyen köylü” pozisyonunda durarak geçirdim.
Kayıt bittikten sonra, “üst kat yetişkinler bölümü,
istediğiniz kitabı orada bulabilirsiniz” dedikten sonra aceleyle kulaklığını
yeniden taktı. (Bu arada alt kattaki çocukların tamamı da kulaklarında kulaklık
önündeki ekrana bakmaktaydı).
Üst katta görevli masası boştu. Kütüphaneden yararlanmakta
olan iki yakın gözlüğü takmış hanıma kitapların neye göre sıralandığını sordum,
bilmiyorlarmış. Uzun uğraşlar sonucu, kitapların yazar soyadına göre
sıralandıklarını ancak araya bir sürü başka kitabın da gelişigüzel konulmuş
olduğunu gördüm.
Yakın gözlüklü hanımlardan biri, “aşağıdaki görevlilere
sorun aradığınız kitabı, yardımcı olmak zorundalar” dedi.
Tekrar aynı hanıma gittim. Bu sefer hışımla çıkardı
kulaklığı.(Seyrettiği filmi en heyecanlı yerinde kestim herhalde) Beni karşı
taraftaki kütüphaneci hanımlara yönlendirdi.
Oradaki iki kütüphaneci hanım da kulağında kulaklıkla
önündeki ekrana bakmaktaydılar. Güç bela bana dönmelerini sağlayabildim.
İstediğim kitabı söyledim. Fakat yazarı (ki Milen Kundera) iki defa kitabın
adını da üç defa tekrar etmem gerekti. Sanırım kütüphaneci hanım, yazarı ve
kitabı ilk defa benden duyuyordu.
Baktı, yokmuş. Daha sonra sorduğum iki değişik yazara ait
kitaplar da önündeki ekranda bulunamadı. Ben ayrılırken o da sabırsızca kulaklığına
yapıştı tabi ki.
Şimdi, bu yıllar sonra yaşadığım kütüphane deneyimi, “emekli
olup bir sahil kasabasına yerleştim” cümlesindeki sahil kasabalarının en
büyüğünden birinde geçiyor. Varın siz düşünün memleketin gerisini.
Diyelim şikayet ettim, ne faydası olacak? Zaten ortada bir
disiplin suçu yok. Kaldı ki, şikayetin emekliliği yaklaşmış kütüphanecilere
kitap ve insan sevgisi aşılamaya faydası olacağından da kuşkuluyum.
Tabi ki genelleme yapmak, bir meslek gurubunu kötülemek veya
karamsarlık yaratmak değil amacım. Ancak gördüğüm tablo bu.
Kaldı ki, 28 Yıl içinde bulunduğum “kamu ortamı” da bundan
farklı değildi ve gerek çalışan gerek de yönetici statüsündekilerin en basit sorunlara çözüm
aramak yerine basit bir reçeteleri vardı:
-Beyim en iyisi özelleştireceksin, kurtulacaksın!
Dedikleri gibi de oldu, kurumları özelleştirildi. Şimdi gittikleri
yerlerde, itilip-kakılırken ve gelirlerini/statülerini kaybettiklerinde de hala aynı reçeteye
inanıyorlar mı bilmiyorum.
Ama bugün yaşadıklarımı anlattığım insanların da çoğu eminim aynı
fikirdedir:
-En iyisi satıp kurtulmak!
Peki, ne olacak?
Hiç, bu ülkenin kütüphanelerinde yetişmiş insanlara lazım
olan uyduyu, başka ülkenin kütüphanesinden yararlanan insanlar uzaya
gönderecek. Bizimkiler de bu sayede birbirine gülücük göndermeye devam edecek.