Medeniyet insanların birikimleri üzerine mi kurulu? İnsan kendinden öncekilerin birikimleri üzerinden mi devam etmeli yoksa onları sorguladıktan sonra doğru buldukları üzerinden mi devam etmeli? Sorgulama uzadıkça medeniyet patinaj yapmaz mı, gelişme yavaşlamaz mı?
Geçmişin birikimlerinin en yazılmamışı, en kısası ve en özlü sözlüsü atasözleri olmalı.“Ak akçe kara gün içindir”i anladık da “ iyi insan sözünün üzerine gelir” ile “iti an çomağı hazırla” arasındaki çelişkiye ne demeli? Benim sorguladığım atasözü ise “sakınılan göze çöp batar” oldu.
Efendim fakülte yılları. Kaynaklar sınırlı, ihtiyaçlar sonsuz. Kıt kaynaklarım o gün ihtiyaçlarımla birebir örtüşmüş durumda. Ne eksik ne fazla; iki otobüs bileti ve bir yemek fişi. O gün sınavım olduğundan arkadaşlar fedakarlık yapıp sınava gidip yemek yiyebilmem için iki abonman bileti ve bir yemek fişiyle gönderdiler beni. Sınava girdim, yemeğimi yedim sonra tekrar sınav ve nihayet elimde tek sermayem otobüs biletiyle otobüs durağındayım.
Yerde yarım metre kar var hava soğuk. Yolda zorunlu olanlar dışında insan ve araç yok. Hava soğuk olduğundan ellerim cebimde, elimde de otobüs biletim ki bir şey olmasın tek sermayeme.
Derken sağa doğru döneyim derken ayağım kaydı yere düştüm. Düşerken de özenle ısıtmaya çalıştığım elim bana ihanet etti ve nasıl olduğunu anlamadan tutması için ona emanet ettiğim bileti bırakıp beni kazasız belasız yere indirme yolunu seçti. Yere elimin yardımıyla yumuşak iniş yaptım fakat avucumu açtığımda bilet yoktu. Refleks denen şey düşündüğünü değil bildiğini yapıyor anlaşılan. Bana kalsa ben yere yumuşak iniş yapmama yardım etmek yerine otobüs biletini tutmasını tercih ederdim.
Benim de artık insanlığın birikimine bir atasözü armağan etme zamanım gelmişti. ”Saman yığınında iğne aramak “ deyimine, ” kar yığınında abonman aramak”. Ne kadar aradıysam da bulamadım. Yeni bir atasözü devreye girmişti artık.”Yer yarıldı içine girdi”. Evet aynen öyle olmuştu.
Diz boyu kar, ev en az on km. uzakta. Yürüyeyim desem eve kadar kesin donardım. O zamanlar bırakın cep telefonunu mütevazi öğrenci evimizde telefon dahi yoktu. Yoldan geçen birinden para istemek ya da otobüs şoförüne “sonra vereyim” demektense yolda donmayı tercih ederdim.
Düşündüm ve aklıma durağın karşısındaki kültürpark içerisinde bir sürü öğrenci kahvesi olduğu geldi. Orada da bir sürü abonman alabileceğim arkadaşım vardı. Ancak kültürparka giriş ücretliydi. Ücreti de o kadar azdı ki bir öğrenci bile on arkadaşının giriş ücretini "benden" diye ödeyebiliyordu. Fakat bende o az miktar dahi yoktu.
Daha önceleri kapıdaki görevliye “arkadan gelen arkadaş ödeyecek” türü yalanlar söylendiği için karnı toktu görevlinin.“Birine bakıp çıkacağım” deme hakkımızı da çoktan tüketmiştik. Çaresiz kültürparkın duvarından içeriye atlamak için etrafını dolaştım ancak anlaşılan belediye de bedavacılara karşı işi sıkı tuttuğundan (dikenli teller vs.) parka girmek olanaksızdı.
Bir çözüme bu kadar yakın bir o kadar da uzak hissetmemiştim kendimi. Beni soğuktan kurtaracak arkadaşlar on metre ilerideydi ancak ben cüzi giriş ücretini bulamadığımdan donmak üzereydim. Yaz olsa arkadaşlar kahvenin dışında otururlar ve ben bir işaretle onlara ulaşabilirdim. Şimdi onlar sıcak öğrenci kahvesinde sohbet, oyun keyif sürerken ben on metre ileride donmak üzereydim. Artık en son çare olarak, kültürparkın kapısında tanınık birinin gelmesini beklemeye karar verdim.
Fazla beklemeye gerek kalmadan bir arkadaş geldi. Benim bir şey dememe gerek kalmadan benden diyerek giriş ücretini ödedi ve ben öğrenci kahvesinde borç alabileceğim bir arkadaş buldum. Biraz oturduktan sonra bilet alarak eve döndüm.
Paramın geldiği ilk gün hemen kendime bir atasözleri kitabı aldım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder