Benim bir kuzenim var, Mahinur. Benden küçük, sessiz sakin
bir köy kadını. Kendisini yılar sonra ablamın yazlığında gördüm. Üç kızıyla
tatile gelmiş köyden. Birkaç gün birlikteydik yazlıkta. Tatile gelseler de çok
iyi baktılar bize, sağ olsunlar.
Bu arada dikkatimi çekti. Diyelim yemek vakti geldi. Ablam, “yemeğimizi
yiyelim mi?” der demez Mahinur’un üç kızı birden ayaklanıyor, sofrayı
kuruyorlar, yemekten sonra topluyorlar ve bulaşıkları yıkayıp yerlerine
oturuyorlar. (Mahinur ve ablam dışarıda odun ateşinde kızartma veya yine odun
ateşinde kuru fasülye yapma işlerine bakıyorlar)
Ertesi gün denize gidilecek, ablam “haydi denize” der demez üç
kız hemen hazırlanıp geliyorlar.
Oğlunu bakkala göndermek için uzun süre dil dökmek zorunda
kalan biri olarak bu durum tabi ki dikkatimi çekti.
Fakat olayı çözmem uzun sürmedi. Örneğin, ablam “yemek
yiyelim mi?” dediğinde, bizim Mahinur’un kızlarına “hafif bir baş hareketi”
yapması yetiyor onların harekete geçmesi için.(Bizim Mahinur çocukken de
konuşmayı sevmezdi zaten)
Ben bu yaşıma kadar devlet başkanı, başbakan yardımcısı,
müsteşar, vali, belediye başkanı, genel müdür vb. gibi birçok üst düzey insanla
bir arada bulundum, böyle bir otorite görmedim.
Birine bir şey yaptırmak için bağırıp çağırmak
gerekmediğini, “hafif bir hareketi” ile otorite kurulabileceğini yukarıda
saydığım etkili ve yetkili kişilerden değil bizim Mahinur’dan öğrendim.
Balyoz-Ergenekon Davaları, 15 Temmuz ve son yaşananları düşününce
aklıma geldi:
-Keşke bizim Mahinur okusaydı da Genelkurmay başkanı
olsaydı!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder