Hayatı seyredenlerden değilim.
Mümkün mertebe içinde yaşamak isteyenlerdenim. O nedenle yeni duyduğum,
öğrendiğim şeyleri merak ederim. Öğrendiklerimi de hemen tatbik etmek isterim.
“Ferrarisini Satan Bilge”
kitabını okuduğumda çok etkilenmiştim. Daha sonra okuduğum benzer kitaplar,
kendini manastıra kapatan keşişler hep ilgimi çekmiştir. En son okuduğum “Doğudan
Uzakta” kitabında da bir kahraman, yine her şeyini bırakıp bir manastıra
kapatıyordu kendini. Bizde de Zeki Müren’in üç buçuk yıl kendini evinin bir
odasına hapsetmesi (ki çıktığı gün de öldü) merakımı celbetmiştir.
Evet, dediğim gibi, Vikipedi’ye göre, “arzuların,
maddi isteklerin sönmesi ve dolayısıyla ıstırapların, acıların, nefretin
sönmesi” anlamına gelen Nirvana’ya
ulaşmayı kafama koydum.Daha doğrusu, yapmak istediğim şey kısaca yukarıda
saydığım kişiler gibi kendimi dünya nimetlerinden arındırıp manevi hazza
ulaşmaktı. “Yapacaksın da başın göğemi erecek?” diyebilirsiniz. Hayır, benimki
sadece merak.
Uzun zamandır düşünüyorum, nasıl
yapabilirim diye. Zira bu Nirvana pek bizim gibi memura göre bir şey değil.
Zira kitaplardaki kahramanların hepsinin tuzu kuru. Ferrariyi satmış adam ama
yine alabilecek durumda. Manastıra kapanmış adam ama döndüğünde şirketleri onu
bekliyor. Veya dini nedenlerle kendini manastıra kapatanlar var. Onlar da artık
orada kalacak amaçları bu.
Oysa ben memuriyeti bırakıp
gitsem geri dönüşü yok. Nirvana, benim anladığım varken yokluğu denemek. Yoksa
dünyanın büyük bir bölümü zaten devamlı Nirvana’da. Ki ben de ömrümün bir
kısmını zorunlu Nirvana’da geçirdim. Öyle matah bir şey değil yani. Yoksa bırak
memuriyeti, şehir dışında bir kulübede veya sur dibinde yokluk içinde öl.
Dediğim gibi bu işin nasıl
olabileceğine çok kafa yordum. Sonunda, yıllık izinde üç-beş, en fazla otuz gün
kendimi bir yere kapatabileceğimi anladım. Fakat bir türlü fırsatım olmadı
bugüne kadar. Geçici görevle gittiğim bazı yerlerde birçok mahrumiyetler
yaşasam da bu sayılmazdı.
Geçen gün Antalya’da beş yıldızlı
bir otele seminere gidince aklıma geldi. Sonuçta benimkisi bir merak. Beş gün
de olsa neden ulaşamayayım Nirvana’ya. Önce farkını ödeyerek tek kişilik bir
odaya yerleştim. Ardından zaten beğenmediğim, bir arkadaşımın “plastik yemek”
olarak nitelediği yemeklerden çok az aldım. Otelin diğer bütün nimetlerine
(sauna, havuz, deniz vs.) de kendimi kapattım. Seminer dışındaki bütün vaktimi
odamda geçirecek ve Nirvana’ya ulaşacaktım.
Bu arada televizyonu açmadım,
müzik dinlemedim. Balkonda kuş seslerini dinleyerek düşündüm.
Merak etmesinler
diye de iki arkadaşıma haber verdim:
-Nirvana’ya ulaşmaya çalışıyorum,
beni merak etmeyin!
İkisi de
filozof adayı olan arkadaşlarımdan S.T.,”beş yıldızlı otelde Nirvana’ya mı
ulaşılır” derken N.Ç. “her şey mümkündür, insan yeter ki istesin” dedi. Bir
anda kafam karıştı, daha doğrusu kafamda bir şimşek çaktı. Genel olarak
öğrendiklerimi uygulamaya geçerken taklit etmem, kendi yorumumu kendi tarzımı katmaya
çalışırım olaya.
Düşündüm de bu
kendini bir yere kapatarak, bir manastırda veya mağarada Nirvana’ya ulaşmak
kolay. İstese de zaten dünya nimetleri yok. Ayrıca etrafın kamu baskısı da
cabası. Sıkıysa bunu her şeyin bol olduğu beş yıldızlı bir otelde yap!
Daha önce denenmeyeni
denemenin, başarılamayanı başarmanın cazibesi kısa sürede sardı beni.
Düşünsenize böyle bir kitap yazdığımı, dünyada yer yerinden oynar vallahi.
Heyecanla
uygulamaya koydum projemi. Seminer saatlerinde sadece önüme konmuş suyu içtim.
Molalarda, kurulan açık büfedeki çay, kahve ve kurabiye türü şeylere elimi bile
sürmedim. Yemeklerde aç kalmayacak kadar yedim. Odamın balkonunda, vaktimi
Nirvana’ya ulaşmaya harcadım.
Bir şeye
varmak isterseniz inanç en büyük dayanağınızdır. İnanç zayıflayınca projenizi
uygulamak çok zordur. Bu arada S.T.’nin “beş yıldızlı otelde Nirvana mı olur?”
cümlesi hep aklımın bir köşesinde. Balkonda sıcağı yedikçe odamdaki mini barın içindeki
bira beni çağırmaya başladı: “ha bira içmişsin ha su. Bira o kadar
da dünya nimeti sayılmaz zaten, viski değil ki bu”.
Derken açık
büfedeki yiyecekler Nirvana’ya ulaşmamı engellemeye başladı. Yani bir kuzu
pirzolası ile mi bozulacak Nirvana? O manastıra kapananlar yemiyor mu sanki?
Yemeğimi aldım restoranda tek başıma bir masaya oturdum. Baktım fikirlerine çok
değer verdiğim bir üstat:
” Hem yeriz
hem de konuyu tartışırız “
-Rakınız hangisinden
olsun?
-Memleket
kurtaranından olsun, ha ha ha!
Derken, rakı
rokfor peynirini, peynir sıcak yemekleri, yemekler meyveyi, meyve tatlıyı,
tatlı kahveyi çağırdı. Ama ben hepsinden ölçülü aldım. Ne de olsa Nirvana’ya
ulaşmaya çalışıyorum.
Projemi “varlık
içinde yokluktan”, “dünya nimetlerinden kaçmadan Nirvana’ya ulaşma” şeklinde değiştirdim.
Sonraki günlerim de bu şekilde geçti. Bu sırada sürekli telefon irtibatı kurduğum S.T
ve N.Ç kendi görüşlerinde ısrar ettiler. Bu arada, aynı şeyleri yapınca farklı sonuçlara ulaşılamadığından ruhum da aynı yorgunlukta devam ediyordu yoluna.
Sonunda bir
baktım ki, günlerim geçen yıl aynı otelde, aynı seminerde nasıl geçtiyse öyle
geçiyor. Sabahları, odamın balkonunun önündeki sığla ağacında konuşlanmış
kuşları yarım saat dinleyerek Nirvana’ya ulaşılamayacağını anladım. Gelirken
uçaktan gördüğüm mehtabı, bu çabamın amortisi olarak görsem de sonuç olarak
Nirvana’ya ulaşamadım dostlar.
Seneye
inşallah!