-Çıtlık yemeye gidelim mi?
Benim taktığım lakapla Tuzsuz Deli Bekir’in bu önerisi üzerine çantalarımızı
ve önlüğümüzü eve bıraktıktan sonra kargılarımızı
yanımıza alarak yola koyulduk.
Bizim Germencik’te bir gelenek vardı. Hemen hemen her evin bahçesinde çeşitli
meyve ağaçları vardı ve çocuklara yemek serbestti. Bir şartla:
-Dallarını kırmayın, istediğiniz kadar yiyin!
Çıtlık (çitlembik) ağacı ise genelde dikilmeyen, bahçe sınırlarında
kendiliğinden çıkan, meyvesi ekonomik değer ihtiva etmeyen bir ağaçtı. O
nedenle izin almamıza gerek kalmadan ağaca çıkar istediğimiz kadar toplardık. Sonra
da bunların dışını yer, çekirdeğini kargıdan yaptığımız boru ile birbirimize
atardık.
Bu şartlarda Bekir’le mahallenin hemen dışında ilk bulduğumuz çıtlık
ağacına tırmandık ve topladığımız çıtlıkları ceplerimize doldurmaya başladık.
Bir süre sonra aşağıdan bir bağırtı duyuldu ve ardında tezek yağmuru
başladı. Yaşlı bir kadın bir yandan söyleniyor bir yandan da adeta bir kurşun
gibi tezek yağdırıyordu bize. Tezek bizim orada yeni sürülmüş bir bahçede öbek
haline gelmiş toprak parçası demekti. Taş gibi olmasa da yine de acıtıyordu.
Bekir hemen alt dalda olduğu için bütün tezekler ona geliyordu. O
nedenle tezeği yedikçe bağırıyordu:
-Atma Neneciğim, iniyoruz!
Bekir sonunda dayanamadı ve bir hayli yüksekteki daldan kendini aşağıya
bıraktı. Aşağıda birkaç tezek daha yedikten sonra kurtuldu. Nine bu sefer beni
tezek yağmuruna tutmaya başladı. Yediğim tezeklerin acısına dayanamayıp ben de
bıraktım kendimi aşağıya. Birkaç tezek daha yedikten sonra da eve doğru
yollandık.
Eve giderken, belki de ilk defa başımıza gelen olayın şaşkınlığı
içindeydik. Tezeklerin acısı neyse de hırsız muamelesi görmek çocuk ruhumuzda
derin yaralar açmıştı.
Bu olaydan çıkardığım dersler:
-Dünyada bedelsiz hiçbir şey yoktu.
-İnsanlar aynı olaylara farklı tepkiler verebiliyordu.
-Her yaşlı sevimli değildi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder