Bugün
Milliyet Blogda ikinci yılımı doldurdum. Farkında olmadan çabucak geçip gitmiş
iki yıl. Ben yazmaya ve paylaşmaya geç başlayınca, kafamdakileri yazmadan bu
dünyadan göçüp gitme kaygısı ile devamlı yazdığımdan ne zamanın farkında
olabildim ne de rakamların. Öyle ki bir başka yazımda da belirttiğim gibi ne
başka yazıları yeterince okuyabildim ne de yorumlara yanıt verebildim. Fakat
yazdıkça yazacaklarım azalmadı, aksine arttı.
Tabi
ki yazıları Milliyet Bloga gönderdikçe, “yayınlanacak mı, ne zaman yayınlanacak,
neden reddedildi, neden geç kaldı?” gibi sorular da ister istemez kafamda döndü
durdu.
Şahsen
ben, yazılarımızı okuyan, değerlendiren ve yayınlayanlar hakkında en küçük bir
bilgiye sahip değilim. Gazete ve yayınevleri gibi bir yazar-editör ilişkisi de
yok ki aramızda anlayalım yazı neden yayınladı, neden yayınlanmadı. O zaman
geriye tahminden öte bir şey kalmıyor.
Nasıl
asker komutanını, öğrenci öğretmenini, çalışan da patronunu, müdürünü ve şefini
merak ederse, biz de editörümüzü merak ediyoruz:
-Editör,
gazeteci mi?
-Editör,
edebiyat dünyasından mı?
-Kaç
tane editör var? Bu yazımın yayını gecikti. Bu konulara bakan editör henüz işe
gelmedi ondan mı acaba?
-Editör’ün
mesaisi bitti ondan yarına kaldı benim yazı!
-Aaaa,
gecenin birinde yazı yayınlanıyor. Vardiyalı mı çalışıyor yoksa uykusu mu kaçtı
editörün?
-Bu
Pazar sabahı da görevde. Tatili yok mu bunun?
-Bu
editör solcu galiba yazımı ondan geciktiriyor?
-İki
saattir hiç yazı yayınlamadı, kesin cumaya gitti bu. Dini konulara toleransı
bundan demek.
-Bazılarına
tolerans geçiyor kesin hemşerisi. Yok, yaş itibarıyla editörün liseden hocası!
-Sendikalı
mı acaba editör? Yok kardeşim, basında sendika mı kaldı?
-Kadına
bak on beşinci yazısını yayınladı. Bir zamanlar mafyanın birbirini mermi manyağı
yapması gibi bu yazar da editörü yazı manyağı yapıyor!
Sorular
uzayıp gidiyor. Bu soruların yanıtını bilmek şart mı, değil. İki yıldır
yazılarımızı yayınlayan, kahrımızı çeken arkadaşları da anmak istedim hepsi bu
kadar.
Milliyet
Blog camiasında daha nice yıllar geçirmek, yazmak ve paylaşmak dileğiyle…
Yazımı
bu yazıma esin kaynağı olan Orhan Veli’nin Rönesans şiiri ile bitiriyorum:
Yarın rıhtıma
gitmeli,
Rönesans çıkacak vapurdan.
Bakalım nasıl şey Rönesans?
Kılığı, kıyafeti nasıl?
Şık mı, sünepe mi?
Siyasi mi, bastonu var mı elinde?
Yoksa kâküllü, bıyıklı
Hokkabaza mı benziyor?
Ambardan mı çıkacak, kamaradan mı?
Yoksa ateşçi filân mı,
Çalışarak mı geliyor gemide?
Rönesans çıkacak vapurdan.
Bakalım nasıl şey Rönesans?
Kılığı, kıyafeti nasıl?
Şık mı, sünepe mi?
Siyasi mi, bastonu var mı elinde?
Yoksa kâküllü, bıyıklı
Hokkabaza mı benziyor?
Ambardan mı çıkacak, kamaradan mı?
Yoksa ateşçi filân mı,
Çalışarak mı geliyor gemide?
1 yorum:
Şahsen ben, yazılarımızı okuyan, değerlendiren ve yayınlayanlar hakkında en küçük bir bilgiye sahip değilim. Adım Okan H.A.Y.A.L. gidiyorum.14 yaşındayım.Eski fenerliyim ve düşünür bir ruhum var. Fenerbahçeyi bırakma nedenim futbolun abartırması. Açık açık söylenmesi gerekirse senden rahatsız oldum beni izliyor ve benim bunları yazcağımı biliyor olabilirsin(komplocu tarafım).
Yorum Gönder