Uzun bir aradan
sonra özlem duyduğum ülkeme, eşim ve çocuğumla beraber tatile gelmenin heyecanı
içinde nihayet Antalya Hava Limanına geldik… Gümrük işlemleri için sırada
beklerken polis önümdeki Almanlara gülücükler yağdırıyor, Almanca ‘hoşgeldiniz’
diyerek giriş işlemlerini seri bir şekilde sonlandırıyordu… Önümüzde birkaç
kişi kalmıştı. Sıra henüz daha bize gelmemesine rağmen bir ara işlem yapan
polisle göz göze geldik ve bana ‘sen şöyle ayrıl bakalım’ dedi. Şaşkın ve uysal
bir halde sıradan ayrılıp gösterilen yere geçtim. Gülücük dağıttığı Almanların
giriş işlemini tamamlayan polis derin bir ciddiyete büründü,
-Ver bakalım şu
pasaportunu.. dedi.
Pasaportu
verirken dilim döndüğünce kendi vatanımda kendi polisimin sert davrandığını,
güler yüzlü davranılmayı en az bir Alman kadar hak ettiğimizi ifade etmeye
çalıştım. Bunları dile getirirken
sesimin yükseldiğinin farkında değilim.
-Adın Branko mu?
dedi polis.
-Evet.. dedim.
Türkiye
Cumhuriyeti kimliğimi istedi, verdim. Bu arada eşim sorun olup olmadığını
sordu.
-Beni hapse
atacaklarmış.. dedim.
Bunu söylememle beraber eşim feryat figan ağlamaya başladı.
-Sustur şu
kadını.. diye çıkıştı polis.
-Bunları neden
yapıyorsunuz, kendi ülkemizde neden ikinci sınıf insan muamelesine tabi
tutuluyoruz.. diye yüksek sesle söylenmeye başladım.
Polis, Türk kimliğimdeki ismime bakarak,
-Pasaporttaki ismin Branko, kimlikteki
ismin Baranko?
-Size yanlış
kimlik vermişim elimde ismi düzeltilmiş Türkiye Cumhuriyeti kimliği var..
-Yürü bakalım bunları merkezde
anlatırsın…
Diyen polis, eşimin ve çocuğumun göz
yaşları arasında ellerimi kelepçeleyerek polis merkezine götürdüler. Daha birkaç saat öncesine kadar, hasretiyle
yanıp tutuştuğum güzel ülkemde, ailemle birlikte tatil hayalleri kurarken bir
anda kendimi nezarette bulmuştum.
***
Aslında pasaport
zaten bir kimlik belgesi. Polise neden T.C.
kimliğimi verdim ki.. Hadi T.C. kimliğimi veriyorum, isim hatası
düzeltilmiş olan kimliğimi verseydim. Hatalı yazılmış ve hükümsüz kimliğimi
neden yanımda taşırım ve taşıdığım bu hükümsüz kimliği neden polise veririm
gibi bin bir soru beynimde dolaşırken nezarete iki kişi daha geldi. Gelenlerden
birisinin yüzü gözü kan içinde, diğeri ise biraz daha iyi durumdaydı. Aralarındaki tartışma ve konuşmalardan,
dolmuş şoförü olduklarını, birinin yolcusunu diğerinin alması nedeniyle
tartıştıklarını ve kavga ettiklerini öğrendim.
Bir süre sonra
içeriye iri kıyım, kel, göbekli bir polis girdi. Nezarete sonradan gelen dolmuş
şoförlerine yöneldi ve daha az yaralı olana,
-Bu adamdan
şikayetçi misin lan? diye sordu.
Adam,
-Yok şikayetçi
değilim komiserim.. dedi.
-Hadi defol
git.. dedi polis.
Adam bunu duyar duymaz koşar adım
nezaretten çıktı, gitti. Bu sefer yüzü gözü kan içinde, perişan haldeki diğer
adama yönelen polis,
-Giden adamdan şikayetçi misin lan?
diye sordu.
Adam,
-Tabi
şikayetçiyim komiserim. Yüzümün, gözümün haline baksana ne hale getirdi..
Bunun üzerine polis, şikayetinden
vazgeçmeyen adama, öyle bir vurmaya başladı ki, hani neresi denk gelirse misali..
Acılar içinde kıvranan adam sonunda,
-Hayır komiserim
kimseden şikayetçi değilim..
Dediğinde,
polis dayak atmayı bıraktı ve
-Hadi o zaman
sen de defol git.. Dedi.
Dayağı atan polis, olan biteni hayret
dolu gözlerle izlediğimi fark etmiş olmalı ki;
-Yiğenim bak
yanlış anlama, Avrupa’dan geldin,
bilmezsin bizim bu pezevenklerden ne çektiğimizi. Böyle davacıyım derler. Dosyasını,
işlemlerini yapar hazırlarsın, sonra bir bakmışsın ‘biz barıştık, davacı
değiliz’ diye karşına çıkarlar. Bıktırdı bunlar biz… dedi ve sonra üzerime
kapıyı kilitleyip çıktı..
***
Geceyi karakolda
geçirdikten sonra sabah beni nezaretten çıkardılar.
Komiser;
Gaziantep Nüfus
Müdürlüğü’ne, adımın Branko mu yoksa Baranko mu olduğunun anlaşılması için yazı
yazacaklarını, cevabın gelmesinin bir ayı bulabileceğini ama istersem yazıyı
bana verebileceklerini, elden takip edilmesi halinde cevabın daha hızlı
gelebileceğini söyledi. Yazıyı aldım, karakoldan çıktım, durumu anlamakta
güçlük çeken eşime, dilim döndüğünce, kısaca yapmam gerekenleri anlattıktan
sonra zaman kaybetmeden bir araç kiraladım ve Gaziantep’e hareket ettim.
***
Anamur civarında
yol kenarındaki derme çatma tezgahlarda satılan muzu görünce tezgahın birine
yanaştım ve bir koçan muz aldım. Satıcı çocuk bir milyon lira mı dedi bir
milyon liraya yakın bir para mı söyledi bilmiyorum. Çıkardım bir milyon lira
verdim. Arabaya bindim ve yeniden yola koyuldum. Daha tam hızlanmamıştım ki
dikiz aynasında, satıcı çocuğun canhıraş bir halde el ederek arabaya doğru
koştuğunu gördüm. Arabayı durdurdum. Çocuk nefes nefese, heyecanla yanıma geldi
ve,
-Abi sen beni mi
kandırıyorsun? Verdiğin para sahte..
dedi.
Sahte dediği
parayı gördüğümde gözlerim yerinden fırlıyordu.. Çocuğa bir milyon yerine, tamı
tamına bin Alman Mark vermişim.. Heyecanla bin markı çocuğun elinden aldım ve
cebimden çıkardığım bir milyon lirayı eline tutuşturdum.
-Ne sahtesi
oğlum yaa.. Az önce elinde tuttuğun para tamı tamına bin Alman markıydı, hem de
en hakikisinden.. dedim.
Satıcının şaşkın
bakışlarını geride bırakarak yeniden yola koyuldum. Dikizden son bir kez
baktığımda çocuk, büyük balığı kaçırmış olmanın verdiği kederle, başını iki
elinin arasına sıkıştırmış öylece oturuyordu…
***
Nihayet
Gaziantep’e geldim.. Yol yordam bilen bir tanıdık ile birlikte Nüfus
Müdürlüğüne gittik… Doğduğumda, babamın bana Branko ismini koyduğunu, Alman
vatandaşı olmadan önce de adımın Branko olduğunu izah etmem ve istenen
belgeleri Gaziantep Nüfus Müdürlüğünden edinmem tamı tamına iki günümü aldı..
Getirdiğim
belgeleri Antalya polisi nihayet yeterli buldu ve tatilin son günü pasaportuma
kavuştum.. Büyük bir coşku ve heyecanla geldiğimiz Türkiye tatili işte böyle göz
açıp kapayıncaya kadar geçti…
***
15 yıldır
hafızalardan silinmeyecek böyle bir tatile ne dersiniz…İzmir, 21.02.2013
Enver ŞAHİN