Resim dersinde herkes aynı manzarayı çizince öğretmenimiz Gülçin Hanım
isyan etmişti:
-Manzara demek, iki dağ arasından geçen bir ırmak ve yanındaki çimler
üzerinde iki ağaç demek değildir. Baksanıza etrafınıza!
Vallahi suç bizim değildi. Muhtemelen bir ders kitabında veya okulda
asılı bir resim bizi etkilemiş ve manzara diye bu hoşumuza giden resmi
çizmiştik. Yani suç bizde değil, yaptığı güzel bir resim veya çektiği güzel bir
fotoğrafla kendi manzara anlayışını bize dikte ettiren, bizi etrafımızdaki
manzarayı göremez hale getiren
sanatçılardaydı.
Zaten sanat öyle bir şey değil mi? Hiç haberdar olmadığımız bir
güzelliği bizde ihtiyaç haline getirmek.
Örneğin hangimiz o eski Türk filmlerinde, denize nazır bir çam ağacının
etrafında sevgilimizi kovalamayı hayal etmedik? Ben ömrüm boyunca o filmin
çekildiği yeri, denize nazır çam ağacını göremesem de birkaç yıl önce bir
benzerini Aydın-Bozdoğan’daki Kemer Barajında gördüm. Su biraz daha lacivert
olsa aynıydı manzara.
Dün akşam da Arkadaşım Varol Çini yukarıdaki fotoğrafı paylaşınca
altına şu yorumu yazdım:
-Ben böyle çok tablo gördüm ama yelkenli eksik kaldı hep!
Kimin kalmadı ki? Eminim herkesin aklında bir “güneşin batışı manzarası”
vardır ama aynı zamanda önünden yelkenli geçeni çok az insana nasip olmuştur.
Diyorum ki bir sahil kasabasının belediye başkanı tedarik etse böyle
bir şey. Sonra da anons ederek vatandaşı güneş batarken sahile davet etse:
-Sevgili Vatandaşlarım, bu akşam güneş batarken yelkenli dolaştırılacaktır.
Herkesi bu manzarayı seyretmeye davet ediyoruz!
Vatandaş da şarabını, sevgilisini, fotoğraf makinesini,
çoluğunu-çocuğunu veya olmadı sadece
kendini alıp gitse ve bu manzarayı seyretse, az bir şey mi?
Yıllar önce Çeşme’de iki aile bir yazlık kiralamıştık. Tam denize karşı
rakımızı içerken dolunay çıkmış, ta denizden yazlığın önündeki site havuzuna kadar
vurmuştu. Muhteşem bir manzaraydı. Ben de hemen telefona sarılmıştım:
-Alo, ben 21/a numaradan arıyorum, site yöneticisi ile mi görüşüyorum? Beyefendi,
manzara muhteşem ama bir şey eksik. Diyorum ki site yönetimi olarak denizde bir
yelkenli dolaştırsanız ,hani kartpostallardaki gibi?
Baktım, eşim, arkadaşım ve onun eşi hatta kızları şaşkınlıkla bana
bakarken bir yandan da beni susturmaya çalışıyorlar:
-Dur, böyle şey istenir mi hiç!
Neyse, onları işlettiğim anlaşıldı da rahatladılar. Ama onlara absürt
gelen istek bana göre normaldi. Neden hep eksik kalsın ki manzaramız? Neden bir
mehtapta veya güneş batarken geçen yelkenliler hep kartpostallarda olsun? Neden bizi yönetenlerden daha iyiyi, daha güzeli istemeyelim?
Ha, bu arada, yıllardan beri Recaizade Mahmut Ekrem’in Araba Sevdası
romanında geçen çayırın bugün nerede olduğunu merak ediyorum. Bilen varsa bir
zahmet iletsin bana. Bihruz Bey gibi arabamla piyasa yapmak istiyorum da.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder