BÜYÜK TARTIŞMA: KEDİ Mİ KÖPEK Mİ?


Entelektüellik ve kedi severlik arasında bir bağ olduğuna inanır oldum ,hatta kedi severlerle köpek severleri kişilik olarak ayırdım. 
Kedi kitapların arasında dolanır,kucağa kıvrılır.Biraz da yalnızların,belki evde çok vakit geçirenlerin hayvanıdır.

Köpek dışa dönüklük gerektirir, biraz da para,büyük araba. Kedi garibanların,küçük evlerin hayvanı;köpek,büyük evlerin,sosyete işi .
Ayrıca kedi kişiliklidir,kimseye tapınmaz ve kedi severler de buna saygı duyar,çünkü onlar da öyledir.
Köpek severler gücü sever,o koca köpeğin ona kul köle olması egosuna iyi gelir,o da öyle bir ortamdan gelmiştir çünkü.Koca bir köpeği tasmayla gezdirmek,o iri hayvanın gücüyle gerim gerim kasılmak,etrafa egom havada bakışı atmak,sonra o iri hayvanı yüksek ses ve sert bir komutla yere oturtmak,ego severliktir.
Kediye zorla bir şey yaptıramazsın,zorlarsan şayet yüzünü gözünü tırmalar.O isterse onu sevebilirsin.
Bir de kadınların süs köpekleri var ki,o da ayrı bir dert.Yarım kalmış yaralı ruhların köpeklerdir onlar.Bizler de yaralıyız,yaralı olmayan mı var?Ama biliriz neremiz acı,nerede yara ve gerektiğinde kendimiz oluruz kendimize merhem,en kötüsü de bilmemektir.Kişiliğin bu yaradan öte bir yerde takılıp kalmasıdır.Büyüyememektir.Çocuk kalmaksa konu; alasını yaparız,ama önce büyür sonra çocukluğumuza döneriz.En acıklısı büyüyememektir,orada kalmaktır.İşte o zaman o ruh,o bedende eğreti durur,yakışmaz.Ve elinde bir süs köpeği ile çocuk bir ruh yaşlı bir bedende komikten öte,zavallı durur.
Köpek sever daha az insan severdir.Çünkü insanlardan köpek gibi kölelik görmezler.Bak,'köpek bile daha insan derler,ama kedi severler insanı zaaflarıyla kabul ederler.Bundan dolayı her şeyin farkında olmakla beraber, muhalif tutumlarına rağmen daha barışçıl havaları vardır daha munis. . ( bu bir genellemedir hatta kişisel görüş, yazdığım gibi olmayan nice köpek sever insan olduğunu tahmin edebilirim, onun için ‘’ vay efendim köpekleri şöyle severim böyle severim ne alaka, benim egom iyidir …’’ anlatmayın aaa parantez çok uzadı uzatmayın rica ederim kapatıyorum paranteziiii ve kapadım)
Köpek sahiplerinde sıkça kullanılan ‘’ yakala Rex, getir Rex ‘’ gibi emirleri göremezsiniz. Kedilerine emretseler bile kedi onları sallamaz çünkü kedidir evin efendisi.

Not:Yazının sadece başlığı bana ait. Yazıyı "köpek severlerden" gizlenen adı bende SAKlı bir arkadaşım kaleme aldı.

YAŞAMIN İÇİNDE OLMAK


Toplum ikiye ayrılır, yaşamın içinde olanlar ve seyredenler. Bunu en bariz şekilde düğünlerde görürüz. Pistte oynayan, eğlenen, düğünün tadını çıkaran/hakkını verenler ve onları seyredenler.

Yaşamın diğer alanlarında da öyledir fakat düğün kadar yakın değildir pisttekilerle onları seyredenler. Örneğin televizyondaki magazin programını seyredenlerle programdakiler o kadar yakın değildir birbirine. Ekrandakilerin her zaman seyirci olma olasılığı varsa da seyredenlerin ekranda gördüklerini yapma olanakları yoktur çoğu zaman.

Fakat zorunluluklar dışında da yine de çekingendir insanoğlu. Genelde seyretmeyi sever. Ben de ömrümün bir bölümünü hem zorunluluktan hem de çekingenlikten seyirci olarak geçirdim. Hala düğünlerde seyirci olmayı tercih etsem de hayatın diğer alanlarında oyuncu olmayı seçiyorum.

Blog açmak, sosyal medyada bir şeyler paylaşmak veya gerektiğinde toplum önünde konuşmaktan, görüşlerimi açıklamaktan çekinmem. Seyirci kaldığım günlerin acısını çıkarmak istediğimden olsa gerek hiçbir eleştiri, engelleme de beni alıkoyamaz yolumdan.

Eh madem seyirci olmayı bıraktım oyunculuğu seçtim, o halde “neden ben de katılmayayım” diyerek geçen yıl Bumerang ödüllerine aday oldum fakat kazanamadım. Bu sene de yine katıldım. Hem de yaşamım boyunca beni tarif etmeyen “çalışkan” kelimesinin geçtiği “En Çalışkan Blog” kategorisinde.

Ama iş olsun diye değil. Gerçekten de blog yazmayı seviyorum o nedenle de başkalarını bilmem ama kendimi gerçekten çalışkan gördüğüm için.

Evet, başvurumu yaptım. Hem bunca yazdığım paylaştığım şeyler için hem de yaşamım boyu asla duyamadığım “çalışkan” unvanını almak için. Neden olmasın?

Oy vermek için:

KARPUZ-PEYNİR YENMEMİŞ BİR HAYAT


-Kapitalizm önce beni şişmanlatacak ki sonra zayıflama ürünleri satabilsin!

Bu konuda duyduğum ve tek doğru olarak kabul ettiğim cümleyi bir akademisyen söylemişti. 

Evet, Kapitalizm önce insanları hızlı beslenme ürünleri ile şişmanlatmış sonra da zayıflatacaktı. Böylelikle hep şişmanlatırken hem de zayıflatırken para kazanacaktı.

Benim açımdan hesap basitti; vücuda iki girip bir çıkınca biri vücutta kalıyor kilo yapıyordu. Bir girip iki çıkarsa insan zayıflar, giren-çıkan eşit olursa da kilosu değişmezdi. 

Bu nedenle de ne yememi kestim ne de zayıflama çabasına girdim. Kiloyu bir ara halledilecek bir sorun olarak gördüm. Ege mutfağı ile beslendiğim, genetik mirasım da fena olmadığından ne kendimi kısıtladım ne de bu meseleye uzun uzadıya kafa yordum. Hatta çektiğim güzel fotoğraflarını paylaşarak insanları da yemeğe, hayatın nimetlerinden faydalanmaya çağırdım. Babasını erken yaşta kaybetmiş bir arkadaşımın sağlıklı ve uzun yaşam konusunda yıllar süren çabasını da hep bir tebessümle izledim.

Benim kısa süreli, gelip geçici olduğunu düşündüğüm sorun giderek büyüdü. Bu konuda televizyondaki uzman görüşleri, yazılan kitaplar, gazete haberleri vs. toplumun her kesiminin ilgisini çekmeye başladı. Ev gezmelerinde, işyerlerinde ve evlerde artık başka bir şey konuşulmaz oldu. Evine gelen misafiri daha kapıda tartan ev sahipleri gördüm ben. Düşünün artık gerisini.

Geçen okuduğum bir habere göre ebeveynlerin sağlıklı yaşam çabası nedeniyle sağlıksız bir nesil yetişmekteymiş. Büyüklerin diyeti yüzünden çocuklar yeterince beslenemiyormuş. 

Bir yandan da gizlice kullanılan bitkisel zayıflama ürünleri yüzünden ölümler yaşanmaya başladı.

Bu arada, yaşamda lezzetli, tatlı ve güzel olan ne varsa sakıncalı hale geldi. Artık birine bir şey ikram etmek öldürmeye tam teşebbüs haline geldi neredeyse. Yemeğin yağı, çayın demi, yoğurdun kaymağı, peynirin yağlısı vs.

Son duyumlarıma göre iş süte kadar gelmiş. Çin diyetine göre çok zararlıymış süt. Düşünebiliyor musunuz yıllarca sür içirerek kendi ellerimizle çocuklarımızı öldürmeye çalışıyormuşuz meğer. 

Tam ben buna alışmaya hazırlanırken karpuz-peynirin de sakıncalı olduğunu öğrendim. Geçen gün işyerine ziyarete gelen arkadaşıma sordum bunu. Sütün zararı konusunda ısrar eden arkadaşım, karpuz-peynir konusunda da ligth peynirle az miktarda karpuza izin verebildi ancak.

Korkarım yakında oksijenin de zararlı olduğu ortaya çıkacak. Hapla beslenen maskeyle dolaşan sağlıklı insanların yaşadığı bir yer haline gelecek dünyamız. 

Ben ise hala aynı yerimdeyim; bir yaz gününde, soğuk bir karpuzla peynirin birlikte yenmediği uzun ve sağlıklı bir yaşamı ben ne edeyim?

KEDİ SEVEN ERKEK AZ BULUNUR!


-Hamza’nın Facebook’taki profil fotoğrafını gördün mü? Bu fotoğrafla çok ekmek yer sanal alemde!

Bunu o kadar çok insandan duydum ki sonunda dayanamadım ben de baktım. Aslında fotoğrafta bir anormallik yok. Bir eliyle kucakladığı kedinin tüylerini diğer eliyle okşayarak poz vermiş bir adam. Fotoğrafı ilginç kılan, yıllardır meymemetsiz bir suratla gördüğümüz kompleksli, kaprisli, geçimsiz Hamza’nın kediyle çekilmiş fotoğrafı ile sanal alemde yeni bir imaj yaratma çabasıydı sanırım.

Oysa bunda şaşılacak bir şey yok. Zira sanal aleme giren hemen hemen herkes hayvan seviyor, kitap okuyor, şiirler yazıyor, özlü sözler söylüyor ve romantik şarkılar dinliyordu. Hayvanlara mesafeli olanların, yerlere tükürenlerin ve bilumum magandaların sanal aleme girişi yasaktı anlaşılan.

Ve anladım ki benim gibi misafirlikte üzerine kedi atlayan, köpeklerin anında hırladıkları, hayvanlarla bir fotoğraf çekimi dahi yakınlık kuramayan bir adama bu alemde yer yoktu. O nedenle ben de kendimi yazı yazmaya vurdum, iyi de yaptım sanırım.

Tabi ki sanal alemdeki hayvan severlerin hepsi Hamza gibi imaj peşinde değil. İçlerinde gerçekten insan ve hayvan sevgisi barındıranlar da var. Ama bunların büyük bir bölümü kadın. Erkeklerden çok az var .

İşte geçenlerde böyle bir erkekle arkadaş olan ve ondan ayrılma kararı alan kız arkadaşımı uyardım bu nedenle:

-Bu devirde kedi seven erkek çok az bulunur, aman kıymetini bil!

YÜREK BURKAN BİR MİRAS


Konusunda çok yetkin bir hoca ki kitabı birçok üniversitede okutuluyor. Ben de başka bir şehirdeki arkadaşın siparişini almak için okula gidince konuya vakıf oldum:

-Kitap kalmadı. Hocamız vefat etti. Mirasçıları izin vermediğinden yenisi de basılamıyor.Oysa  hocamız bu kitabın gelirini ihtiyaç sahibi öğrencilere burs verilmek üzere bağışlamıştı!

Uzun zamandır böylesine içim burkulmamıştı.

Efendim, sen o kadar oku, çalış, hoca ol, yazdığın kitaplar birçok üniversitede okutulsun, birinin gelirini de ihtiyaç sahibi öğrencilere burs verilmesi için bağışla.

Sen öldükten sonra da mirasçıların (herhalde geliri kendilerine kalmadığı için)  kitabın basılmasına izin vermesinler. Kitapların  literatürden yavaş yavaş silinsin, öğrenciler kitapsız kalsın ve kitabın gelirinden burs alan öğrenciler de zor durumda kalsın.

Hocamızın sevgili mirasyiyememişleri, kitabının gelirini öğrencilerine burs veren bir insan eminim ki sizlere de bir şeyler bırakmıştır. Öyle olmasa bile bana göre miras, ölen kişinin iradesidir. Bıraktıkları ona aittir ve kime kalacağına ilişkin irade de ona aittir.

Her şey para pul değildir. İyi bir isim, literatüre girmiş, birçok üniversitede okutulan bir kitap yazarının yakını olmanın şerefi de iyi bir mirastır.

Gelin vazgeçin inadınızdan, öğrencileri kitapsız, muhtaç öğrencileri de burssuz bırakmayın!

KOCANIZ ANGUT MU?


Arkadaşım Enver E.Şahin Diyor ki:

ANGUT: Ördekgillerden, tüyleri kiremit renginde, evcilleştirilebilen bir dalıcı ördek türü yaban kuşudur.

Angut, ölen eşinin yanı başında kendisi de ölene kadar beklemekte ve onun bedeninden gözlerini ayırmamaktadır.

Peki, Angutun bu yaptığı ANGUTLUK mudur?

Hani, içeriye biri girdiğinde:

-İyi adam lafının üzerine gelir!

-İti an çomağı hazırla!

Diye, iki seçenekli yanıt veren atalarımızın torunları da bu soruya iki çeşit yanıt verdiler:

-Ulan karı ölmüş kurtulmuşsun. Daha ne bekliyorsun başında?

-Öldüğünden emin olmak için bekliyordur!

SÖVGÜN ÖĞRETİM


Eğitim üçe ayrılır:

-Açık öğretim,

-Örgün öğretim,

-Sövgün öğretim.

Baştaki ikisi kamu ve özel sektör tarafından verilen bir öğretim çeşidi olmakla birlikte sonuncusu genelde trafikte babanın oğluna verdiği bir eğitim çeşididir:

-Sinyal versene p..venk!

-Aniden yola çıkılır mı gavat!

-Al o ehliyeti başka amaçlar için kullan!

-Buraya park edilir mi lan ailesi hakkında bir takım şaibeler bulunan şahıs!

Eğitim bir programa veya kitaba bağlı değildir. Ders konusu trafikte babanın anında refleks olarak ağzından çıkan tepkilere dayanır. Eğitimin sonucu sınavla belirlenmez. Ancak oğulun araba kullanmaya başladıktan sonra benzer durumlarda verdiği tepkilerle ölçülür eğitimin başarısı.

Eğitim, teorik olmayıp pratik verilir. Ancak eğitim verilirken araba camlarının kapalı olmasına dikkat edilir ve mümkün mertebe eğitim sırasında el kol hareketleri ve mimikler kullanılmaz.

Araba camının açık olması veya el kol ve mimiklerle desteklenmesi halinde, sövgüye muhatap olan ders konusu şahısların oğlunuza ve size şiddetli bir hayat dersi vermesi olasıdır. Bu da tamamen maliyetsiz olan bu eğitimin ağır bedellerle ödenmesine yol açabilir.

Herkese hayırlı dersler!

BENDİ Dİ VA!


Bir otobüs garajında iki piyango satıcısı peşpeşe dolanıyorlar. Önde Aydın’lı olanı:

-Tam va, yarım va, çeğrek va!

Diye bağırıyor. Arkasından gelen Denizli’li biletçi ekliyor:

-Bendi di va, bendi di va! 

EBİK-GABIK BUNNA!


Sol eli cebinde, göğüs dışarıda, karşısındakinin gözünün içine bakarak, kararlı bir biçimde:

-Bugünkü yazımda da belirttiğim gibi…

-Ebik-gabık(*) bunna!

Ebik-gabık ha? Demek bunca zamandır yazdıkları söyledikleri böyle görünüyor karşıdan. 
Oysa:
Bunları söylerken ve yazarken dünyayı değiştireceğini hayal ediyordu,

“Dünya bu yazı yazılmadan ne yaptı bunca sene”  duygusuna kapılıyordu her yazısından sonra,

Kendine blogger denmesine bile karşıydı zira o bir yazardı,

Onun “balon çıktı” haberi henüz balon çıkmamıştı,

Meclisteki gücü bir kanunu engellemeye yetmeyen ve yasaya hayır oyu veren bir muhalefet partisini “vatana ihanetle” ile suçlayacak kadar kelimelere ihanet etmemişti,

Kes-yapıştır haberler yayınlamıyordu,

Kimseden de esinlenmiyordu.

Sadece ve sadece içinden geçenleri, duygu ve düşüncelerini, hiç kimseye yaranmaya çalışmadan, yandaş medyada yer kapma hayali ile tutuşmadan yazıyordu sadece.

Şimdilik yazdıklarından bir beklentisi yoksa da ileride yazacağı romanlara Nobel verilirse hayır demezdi tabi ki.

İşte bütün bu hayallerle etrafına bir şeyler anlatmaya çalışırken almıştı ödülünü; “ebik-gabık bunna!

Anlaşılan Nobel beklerken payına gavız-gapcık(**) düşmüştü!

(*)Ebik-gabık: Denizli yöresinde hayvanlara verilen veya çöpe atılan yemek artıkları için kullanılan bir deyim.
(**)Gavız-gapcık: Denizli yöresinde ekinden elde edilen tanesize ekonomik değeri olmayan, samandan bile değersiz ürün için kullanılan bir deyim.


MEHTER MARŞI ZAYIFLAMA NETODU


Bugün tam 6 km yürüdüm. Yorgunluktan kendimi deniz kenarında bir mekana attım. Denize bakan bir iğde ağacının gölgesinde, güneşin batışını seyrederken bira-çerezin cazibesine yenik düştüm.


Yani, 6 Km. yürüyerek harcadığım 1 birim kaloriyi dinlenirken 2 birim olarak almış oldum.



Sonuç olarak günü, 1 birim kalori zararı ile kapatmış ancak literatüre "mehter yöntemiyle zayıflayan kişi" olarak girmiş bulunmaktayım(!).