Ekranda çok ünlü, cilt cilt tuğla gibi kitapları olan bir akademisyen
yazarımızı magazin konuşurken görünce şaşırmıştım. Kitaplarında da vardı
magazinle ilgili konular ama böyle ekranda doğrudan konuşurken görmek
şaşırtmıştı ve içimden de söylenmiştim:
-Koskoca profesörün yaptığına bak, memleketin o kadar sorunu dururken…
Fakat kendisini çok beğendiğim ve kitaplarını hemen hemen okuduğum için
hoş görmüştüm. Fakat bir ara yine ekranlarda kitaplarında görselliğe yer vermesi ve konular
arasına başka parantezler açmasının nedenini açıklarken şöyle diyordu:
-Ben televizyonla rekabet ediyorum, televizyon insanların okumasını
engelliyor ben de bunları yaparak okumayı cazip hale getirmeye çalışıyorum!
Yaptığı, ekranlardaki meşhur doksan saniye kuralının kitaba uyarlanmış
haliydi. Gerçekten de onun tuğla gibi kitaplarını okumak çok zevkliydi. Demek
bundanmış.
Bu konuyla ilgili düşünürken birden aklıma geldi. Yıllarca geniş halk
kitlelerine hitap eden magazin, spor gibi konularda yazılar yazıldı ve
programlar yapıldı. Bu program ve yazıların eleştirileri ise başka gazete ve
dergilerde yapıldı. Ekranlardan ise hiçbir zaman yapılamadı.
Olayı şöyle somutlaştıralım: insanlara Tan gibi Gazetelerde bazı şeyler
empoze edildi, toplum yönlendirildi. Aynı şey spor basını aracılığıyla yapıldı.
Bunlara cevap ise Cumhuriyet Gazetesi veya sanat dergilerinde verildi. Doğal
olarak okuyanın iki fikri de karşılaştırma olanağı olmadı. Tan okuyan zaten
sanat dergisi okumadığı için yapılan eleştiriler güme gitti ve bir şey de
değişmedi.
Blog yazılarının kategorilere ayrılması işte bu bakımdan çok
önemli. Gördüğünüz yanlışı, yaptığınız eleştiriyi yanlışa muhatap olana
ulaştırabiliyorsunuz. Hatta bazen haberin altında bile yanıtınızı okuyucuya
ulaştırabiliyorsunuz. Okuyan da farklı görüşleri okuyarak doğruyu bulma
olanağına kavuşuyor.
Magazinde bir yanlış görmüşseniz magazin kategorisinde yazarak, sporda,
siyasette ve diğer konularda yazdıklarınız da aynı şekilde doğrudan hedef
kitlesine ulaşmış oluyor, tabi ki ulaşabildiği kadar.
Hayır, bu asla magazin, spor ve diğer konularda yazmamın nedenini
açıklayan bir yazı değil. Zira ben mesleğimi yaparken de yazı yazarken de Erman
Toroğlu’nun “iyi hakem gördüğü pozisyona düdük çalan hakemdir, büyük takım
küçük takım demeden, penaltı ofsayt gibi pozisyon ayrımı yapmadan ve korkmadan
düdüğü öttürebilen hakemdir, tabi ki görebildiği pozisyona” cümlesini kendine
rehber edinmiş bir insanım.
Dolayısıyla bir konuda diyeceğim varsa demeye çalışırım. Konunun ne
olduğunun bir önemi yoktur. Önemli olan diyeceğini duyması gerekenlere
ulaştırabilmektir. Blog uygulamalarının eleştirdiğim bir çok yönü vardır ancak
sesimizi hedef kitlesine ulaştıran kategori uygulamasını da takdir etmek lazım.
İyi ki varsın Blog.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder