Geçen gün bir arkadaştan
bahsediyoruz:
-Çok neşelidir o?
-Bilmem, ben onu hep dertli
gördüm. Neşeli hali nasıldır bilemiyorum!
Düşündüm de; evet, insanlar bana
hep dertlerini anlatıyor ve rahatlıyorlar. Bense onlardan aldığım negatif
enerjiyle bir o yana bir bu yana dönüp duruyorum yatakta; ne olacak bu
insanların hali?
Yıllar önce, eski işyerimde de
öyleydi. Dertli insan gelir beni bulurdu. Bir arkadaşın yanında gördüm ilk defa
onu. Arkadaşım da anlattı; ailevi sorunları yetmezmiş gibi işyerinde de amirlerinin
yolsuzluklarına karşı savaşmaktan yorgun düşmüş biriydi.
Şöyle bir bakınca bunu yüzünden
de görmek mümkündü bunu. Hayatın yorduğu ve yoğurduğu bir insan yüzü. Daha sonraları da dinlemek bana düştü; teselli
verdim, kafasını dağıtmasına yardımcı oldum, verdiği savaşta da moral verdim.
Bu böyle devam ederken, görevli
gittiğim bir şehre onun da geleceğini öğrendim. Gurbette bir tanıdığa
rastlamanın sevinciyle beklemeye başladım. Görevli gelecek olması dikkatimi çekse
de üzerinde durmadım. Zira geleceği yerde onun görevini yapan biri zaten vardı,
onun yerine gelmiş olamazdı. Yardıma geldi desem o kadar iş yoktu. Eğitim veya
seminere gelecek desem o kadar birikimli biri değildi. Ancak fazla üzerinde
durmadım, gelince öğreniriz nasılsa.
Aradan bir süre geçti,
gelen-giden yok. Vazgeçti herhalde diye düşündüm. Veya izinli gelmiş (zira
memleketiydi orası onun) işyerine uğramamış da olabilirdi. Öyle bile olsa benim
olduğumu duyunca ziyaretime gelirdi. Sonunda dayanamadım sordum, yanıt
şaşırtıcıydı:
-Beyim, her sene onu buraya
görevli gönderirler. Buraya uğramaz, havaalanından köyüne gider, oradan da geri
döner. Bize uğramaza. Görevlendirme yazısından anlarız gelip-gittiğini!
İnanmadım okudum yazıyı. Evet, on
günlüğüne “görüşmelerde bulunmak üzere” görevlendirilmişti. Görevli gelmişti
ancak görev yerine uğramamıştı.
Üzerinde durmadım. İşimi bitirip
döndüm. Hala böyle bir şey olamayacağı inancıyla personel şefine sordum.
Harcırah beyannamesini getirdi. Birlikte inceledik. Gördüklerim karşısında
hayretler içinde kaldım. Bizim dürüstlük abidesi, benim bulunduğum sırada oraya
geldiğini, on gün çalıştığını beyan ederek gidiş-dönüş uçak parası,
havaalanından işyerine taksi ücreti ve kaldığı her gün için hak ettiği
yevmiyeyi de almıştı. Kısacası, devlettin olanaklarıyla ana-babasının elini
öpmüş, hasret gidermiş ve hayır dualarını almıştı. Ancak hakkını yememek lazım,
dönüşte memleketten getirdiği tarhananın kargo parasını ödetmemişti devlete.
Gördüklerimden emin olunca
çağırdım kendisini. Geldi ve her zamanki gibi söylenmeye başladı. Yorgundu, bu
kadar hırsızın arasında dürüst bir insan olarak çalışmanın zorluğundan yakındı.
Harcırah beyannamesini önüne koydum ve ekledim:
-O sırada ben de orada
görevliydim. Maalesef göremedik sizi!
Şaşırdı, kızardı, ne diyeceğini
bilemedi. Hakkını yemeyeyim; ne inkar etti ne de beni yanıltmaya çalıştı. En
iyi bildiğini yaptı ve kendini acındırdı:
-Beyim yakma beni, çoluk-çocuğuma
acı!